Türkiye, son yıllarda gösterdiği ekonomik büyüme ile dünya genelinde dikkatleri üzerine çekerken, bu gösterişli rakamların ardında gerçek bir trajedi yatıyor. Çocuk yoksulluğu, ekonomik kalkınmanın yanı sıra, toplumsal adaletin ve eşit muamele ilkesinin sorgulanmasına neden olan önemli bir mesele haline gelmiştir. Zengin bir ülke konumunda olan Türkiye’de, her dört çocuktan birinin yoksulluk sınırının altında yaşaması, Dickens romanlarından fırlamış gibi bir durumu gün yüzüne çıkarıyor. Bu haberimizde Türkiye’deki çocuk yoksulluğunun sebepleri, sonuçları ve çözüm önerilerini ele alacağız.
Büyüyen ekonominin gölgesindeki bu insanlık dramı, sayılarla kendini gösteriyor. 2023 verilerine göre, Türkiye’de 5-17 yaş arası çocuk nüfusunun yaklaşık %25’i, yani her dört çocuktan biri yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu durumu daha da trajik kılan ise, yoksulluğun sadece ekonomik değil, sosyal ve eğitimsel sonuçlarının da ağır olmasıdır. Çocuklar, mülteci statüsünde olanlar, kırsal alanlarda yaşayanlar ve düşük gelirli ailelerden gelenler, en fazla etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Buna ek olarak, şehirleşmenin hızlanması, düşük gelirli ailelerin sosyal dayanak noktalarını zayıflatırken, çocuklar üzerindeki yükü daha da artırıyor.
Ülke, birçok alanda büyüme kaydetmiş olsa da, bu gelişmelerin alt sınıflara nasıl yansıtılacağı sorusu hâlâ yanıt arıyor. Hızla artan enflasyon, alım gücünü oldukça etkilerken, ailelerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilme kabiliyetini azaltıyor. Aileler, gıda, eğitim ve sağlık harcamaları için kısıtlamalara gitmek zorunda kalırken, bu durum doğal olarak çocukların eğitim hayatını da tehdit ediyor. Eğitim eksikliği, gelecekte yalnızca bireylerin değil, ülkenin kalkınmışlığı açısından da ciddi bir sorun haline geliyor.
Bu durumdan kaynaklanan bir diğer sorun ise, çocuk işçiliği. Yoksullukla mücadele edemeyen aileler, çocuklarını çalıştırarak aile bütçelerine katkı sağlamaya çalışıyor. Eğitimden mahrum kalan çocuklar, gelecekte iyi bir iş sahibi olma ve sosyal hayata entegre olma şanslarını kaybediyorlar. Bu çarpık düzen, toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirirken, aynı zamanda geleceğin teminatı olan çocuklarımızı da tehlikeye atıyor.
Türkiye örneği üzerinden inceleyecek olursak, yoksul çocuklar için sunulan sosyal yardımların yetersizliği, bu durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Devletin daha etkin politikalar geliştirmesi ve bu tür yardımları daha yaygın hale getirmesi, çocukların temel ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olacaktır. Ancak yalnızca devlet politikaları ile bu sorunun çözülmesi mümkün değildir. Toplumun tüm kesimlerinin, bu konuda daha duyarlı hale gelmesi ve bu çocukların geleceğine yatırım yapması gerekmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye gibi ekonomik açıdan güçlü bir ülkede, çocuk yoksulluğunun varlığı kabul edilemez bir durumdur. Ancak, işin özünde yatan sorunların üstesinden gelinmeden sadece ekonomik büyümerin sürmesi, bu yapısal sorunu daha da derinleştirecektir. Dickens'ı anımsatan bu zor durumdan kurtulmak için, hem bireylerin hem de devletin ciddi bir seferberlik içinde olmaları gerekmektedir. Aksi halde, refah içinde yaşayan bir ülkenin, yoksul çocukları olması, hem karamsar bir tablo çizmeye hem de geleceğimizi tehdit etmeye devam edecektir.